Demet Cengiz: Bu kitap, öyküsünü susanlar için yazıldı
Gazeteci yazar Demet Cengiz’in ‘Su Üçlemesi’nin ikincisi ‘İçimde Yanan Nehir’, İnkılâp Kitabevi tarafından yayımlandı.
Her zaman yüceltilen “aile” kurumunun bir sorgulaması olan ‘İçimde Yanan Nehir’in, serinin ilk kitabı ‘Adımı Deniz Koydular’dan kopup gelen karakterlerinde aile içi şiddet, ağır yoksulluk ve cinsel istismar gibi temaların sarsıcı kalıntılarını görüyoruz.
İlk kitaptaki aileye farklı bir perspektiften bakan Demet Cengiz ile İçimde Yanan Nehir’i konuştuk.
Öncelikle kitabın serüveninden bahsedelim. ‘İçimde Yanan Nehir’, okuyanı ciddi anlamda derinden sarsan bir kurguya sahip. Her detayıyla günümüz gerçeklerini yansıtması da cabası. Bu kadar zor ve acı hayat hikayelerini kaleme almak sizin için nasıl bir süreçti?
Zor bir süreçti. Zor üç harfli bir kelime. Söylemesi kolay ama hissetmesi, yaşaması öyle değil… Öykünün yükü ağırdı. Yazma mesaisi ağırdı. Ancak bana yazması zorken, okura okuması zorken bir de düşünelim bu öyküleri yaşayanlara hayat ne kadar zor. Bizim için öykü, roman, edebiyat… Bu, başka birileri için hayat! Hayatın ta kendisi! Bu yüzden yazarken perişan olsam da sürecin acı dolu geçtiğini söylemeye utanıyorum.
‘MAHALLEDE KALANIN, KADERİ DEĞİŞMEYENİN, ÖTEKİ OLANIN HİKAYESİ…’
Kitabın çıkış noktasının sizin için belirli bir anlamı var mı? Ve okuyucu bu kitabın gerçek bir hikayeden esinlenilip esinlenilemediğini de merak ediyor açıkçası.
Bu, söylediğiniz gibi bir üçlemenin ikinci romanı… ‘Su Üçlemesi’nin ilk romanı ‘Adımı Deniz Koydular’ ile süreç başladı. İlk roman gerçek bir öyküye dayanıyordu. Ben ilk olarak Deniz’in öyküsünü dinledim. Deniz’in öyküsünü derken, bana önce annesini anlatmıştı. Ben o öyküyü yıllarca bir hamal gibi yüreğimde taşıdım. Taşıdıkça ağırlaştı, ezildim. Çok acıydı. Bu acı öyküyü yazmak istediğimi söyledim. Annesini konuşurken, meğer başka bir yara da varmış Deniz’de, itinayla saklanan, herkesten gizlenen. İnsan çok acayip… Acılarını bile tek seferde paylaşamıyor bazen. Hele de acı çok büyükse, üst üste binmişse… Ben taşıdığım yükten kurtulmak isterken başka bir yük daha binmişti yüreğime. Yüreğimin beli büküldü. Dedim ne yapayım? Dedi: Yaz!
‘Adımı Deniz Koydular’ romanında Deniz’in öyküsünü anlattım. Anlatabilmiş olmak benim hamallık yevmiyemdi. Şimdi okurun yüreğine teslim ettiğim ikinci roman ‘İçimde Yanan Nehir’ ise Deniz’in ikizinin öyküsünü aktarıyor. Mahallede kalanın, kaderi değişmeyenin, öteki olanın hikayesi… İlk roman daha fazla gerçek bir öyküye dayanıyor. İkinci roman gerçeğe dayanan daha fazla kurguya…
‘BENİM İÇGÜDÜM PAYLAŞMAK’
Kitaplarınızın alt metinleri insanlara hep bir şeyler anlatmaya çalıştı şimdiye kadar, gerçeklerle yüzleştirdi. Bu sizin için bir içgüdü mü? Yoksa yazarken belli bir amaç doğrultusunda mı yazıyorsunuz?
Bunu özellikle yapmadım. Üst metinde pek çok şeyi çok direkt anlatıyorum. Hiç süslemeden, hiç gösteriş yapmadan. Çünkü önceliğim, bu başımızın belası konuların anlaşılması. Hatta bazen edebi bir eserde olmaması gerektiği kadar direkt ve doğrudan bir anlatım var. Fakat alt metin kaçınılmaz. Okurlardan gelen yorumlarda bunu daha net görüyorum. Özellikle psikolog, psikiyatr, sosyolog ve felsefecilerin geri dönüşleri bazen benim yazarken hiç fark etmediğim bazı alt metinleri bana bile fark ettirdi. Bazı alt metinleri planladım ama itiraf etmeliyim ki bazılarını hiç düşünmemiştim. Benim içgüdüm paylaşmak. Günlük yaşamımda da neredeyse her şeyi paylaşırım; bilgiyi, yemeği, duyguyu, uygun fiyatlı manavı, saça iyi gelen bir ürünü, güzel sözü. Faydaya çok inanırım. Kendimi yaşamdan esirgemem. Sahip olduklarımı veya bildiklerimi de insanlardan esirgemem. Elim de yüreğim de açıktır. Dediğim gibi benim içgüdüm sadece paylaşmak; bilgiyi de acıyı da.
‘DÜNYANIN BÜTÜN YARADAŞLARI BİRLEŞİN’
Türkiye’de görmezden gelinen ve hatta birçok insanın üzerine konuşmaktan çekindiği konuları ele alıyorsunuz kitaplarınızda. Bunun size getirisi nasıl oldu? Özellikle ‘Adımı Deniz Koydular’ ve ‘İçimde Yanan Nehir’den sonra tepkisel yaklaşımlarla karşılaştınız mı?
İnsanlar başkalarının trajedilerine uzun bakmak istemezler. Acıdan başını çevirmek yaygındır. Belki de korkuyoruzdur başkalarının acıları, trajedileri, mutsuzlukları bize de bulaşacak diye.
Ben gördüğümü göstermek, duyduğumu söylemek zorunda hissediyorum kendimi. Bu yüzden “Yazmasaydım lal olurdum” diyorum. Lal, eski dilde dilsiz demek. Ben dilsiz olmamak için yazdım ya meğer ne çok kişiye ses olmuşum. Ben bu sorunların bildiğimizden büyük olduğunu tahmin ediyordum ama gördüm ki tahminlerimizden de büyükmüş. Çok hem de çok büyükmüş! Benimle söyleşi yaparken ağlayan gazetecilere denk geldim. Söyleşiyi bitirip iç dökenlere. Kahveye arayıp derdini anlatan iş insanlarına, hiç tanımadığım yaralılara… Meğer ne çok yaralısı varmış bu konuların. Yaradaşlar! İçimden haykırmak geliyor kimi zaman: Dünyanın bütün yaradaşları birleşin!
Bazen kendimi sorumlu hissettiğim oldu bana dökülen gözyaşlarından. Bazen değil sıklıkla aslında. Ama lal olmamak için yazmak zorundaydım. Başkalarının da dili çözülsün diye yazmak zorundaydım. Bu arada lâl değil lal. Artık bu kelimenin sık kullanılmaya başladığını görüyorum, hiç olmazsa doğru telaffuz edelim.
Kaleminizin etkileyiciliği ve büyülü üslubunuz için örnek aldığınız veya yolunu izlediğiniz bir yazar var mı?
Özel olarak şu kişi diyemem ama ben her şeyden önce çok iyi bir okurum. Okumayı seviyorum. Özdemir İnce bana tuhaf bir gerçeklik anlayışım olduğunu söyledi; hem fazlasıyla sert bir gerçeklik hem de fantastik bir alternatif dünya anlatısı. Bu aslında biraz benim ruhumun, zihnimin yansıması. Ben hem çok gerçekçi, akılcılığı takip eden biriyimdir hem de duygusal ve kırılgan. Hepsinin aşuresi işte anlatılan.
Karakterlerinizin şiddetli travmalarının ailelerinden kaynaklı olduğunu görüyoruz. Özellikle “aile” kavramının sizin için ne ifade ettiğini bilmek isteriz.
Genellemeler genel olarak doğrudur ama her zaman istisnalar da vardır. Genellemeler, istisnalara haksızlıktır. İstisnalar ise genel olanı aklamak için çarpıtılmamalıdır. Aile, eğer iyi bir aileyse iyidir; kötü bir aileyse kötüdür. Ben ailenin önemli ve değerli olduğunu düşünüyordum. İyi bir aileye sahip olanlar hayata en az 2-0 önde başlıyor. Pek çok insanı ilk olarak aileleri sakatlıyor ama yine de öyle bir aidiyet ki bu vedalaşamıyor insanlar.
Son olarak, üçlemenin üçüncü parçasını da merakla bekliyoruz. Yine sarsıcı bir hikayeyle karşı karşıya kalacağımız kuşkusuz. Son kitapta işleyeceğiniz konular için okurunuzu şaşırtacak mısınız?
Üçüncü roman Leyla’nın öyküsünü anlatacak. Leyla bambaşka bir hikaye. Şu anda planlama aşamasındayım. Benim bile kafam karışık ‘Leyla kim?’ diye. Bir çocukluk travması olduğu kadar bir kimlik kargaşası var. Bakalım yazarken nasıl yol alacak?